21 Mayıs 2012 Pazartesi

JAPONYA TANITIMI

JAPONYA



DEVLETİN ADI: Japonya
BAŞŞEHRİ: Tokyo
YÜZÖLÇÜMÜ: 377.800 km2
NÜFUSU: 124.319.000
RESMİ DİLİ: Japonca
DİNİ: Budizm
PARA BİRİMİ: Yen

Pasifik Okyanusunda dört büyük, beş yüz orta büyüklükte ve üç bin küçük adadan meydana gelmiş bir devlet. Büyük adaların adları Hokkaido, Honşu, Kiyudiyu ve Sihoku’dur. Japonya’nın toplam uzunluğu 2400 km’dir.



TARİHİ



Japonya’nın ilk sakinlerinin Doğu Asya ve Güney Pasifik adalarından gelen göçmenler olduğu sanılmaktadır. Japon halkının atalarının şimdi Yamato ırkı diye bilinen ve M.S. 3 ve 4. asırda savaşçı kabileler ve klanlar üzerine giderek üstünlük kuran aynı ırka ait insanlar olduğu zannedilmektedir.

Dördüncü yüzyılın sonunda Japonya ve Kore Yarımadasındaki krallıklar arasında temas kurulmuştu. Bu tarihten sonra Japonya’da Çin’in kültür etkileri görüldü. Önce Konfüçyüs dini ve sonra Budizm, Hindistan, Çin, Kore yoluyla 538 yılında buraya girmişti.

Ülkenin ilk ve devamlı hükumet merkezi 8. yüzyılın başında Nara’da kuruldu. 710 ile 784 yılları arasında 74 sene bu imparatorluk devam etti. 794 yılında ise Kyoto’da yeni bir hükumet merkezi kuruldu. Burası bin yıl kadar imparatorun oturduğu yer olmuştur. Başkentin Kyoto’ya taşınması, 1192 yılına kadar devam etmiş olan Heian devrinin başlangıcı olmuştur.

1185 yılında Danoura Savaşında Minamotolar rakip Taira Kralını yok ederek galip gelmişlerdir.

Minemotoların iktidarı ele geçirmesi, Shogun denilen askeri liderler idaresi altında yedi asırlık bir feodal hakimiyet devrinin başlangıcı olmuştur. 1192 yılında Minamotolar hükumet merkezini Tokyo yakınındaki Kamakura’ya kurdular.

1213 yılında iktidar Minamotolardan, 1333 yılına kadar askeri yönetimi sürdüren Hogoların eline geçti. Bu dönemde Moğollar, 1274 ve 1281 yıllarında olmak üzere iki defa Kuzey Kyushu’ya saldırdılar. Her iki savaşta başarılı olamayan Moğollar, ayrıca meydana gelen tayfunların tesiri ile Japonya’dan çekildiler.

1333 ile 1338 yılları arasında görülen kısa süreli imparatorlukları, Ashikaga Takauji tarafından Kyoto’da Muromachi’de kurulan yeni bir askeri yönetim takip etti. Bu kurulan hükumet 1338’den 1578’e kadar iki yüz yıldan fazla bir süre devam etmiştir.

On altıncı yüzyılda Avrupalılar Japonya topraklarına ayak bastılar. Bu arada misyonerler, Hıristiyanlığı burada yaymaya çalıştılar. Bunun üzerine Japon liderleri Hıristiyanlığın ve batı düşüncelerinin Japonya için zararlı olacağına inandıkları için Hollanda ve Çin tüccarı haric olmak üzere bütün yabancıların Japonya’ya girişini yasakladılar. İki buçuk yüzyıl süresince Hollandalı tüccarların bulunduğu bu küçük ada, Japonya ile dış dünya arasında tek temas noktası olmuştur.

1853 yılında Amerikalı Komodor Matthev C.Perry dört gemiden meydana gelen donanmasıyla Tokyo Körfezine girmiş, ertesi yıl tekrar Japonya’ya gelerek, Japonları kendi ülkesiyle bir dostluk anlaşması imzalamaya ikna etmiştir. Bu anlaşmayı, aynı yıl içinde Rusya, Büyük Britanya veHollanda ile imzalanan anlaşmalar takip etmiştir. Bu anlaşmalar dört yıl sonra ticaret anlaşmalarına dönüşmüştür.

Tokogaua Shogunluğunun derebeylik sistemi 1867 yılında yıkılmasına kadar geçen on yıllık süre içinde büyük bir karışıklık hüküm sürmüş ve 1868 yılında Meigi döneminin tekrar teşkilatlanmasıyla bütün hakimiyet yeniden imparatorun eline geçmiştir.

İmparator Meigi’nin idaresinde japonya, batıda gelişmesi yüzyıllar süren şeyleri kısa bir sürede başarmaya koyulmuş, modern sanayileri, politik kuruluşları ve modern bir toplum modeli ile modern bir millet meydana getirmiştir. Japonya 1894-1895 yıllarında Çinlilerle, 1904 ve 1905 yıllarında da Ruslarla savaşmıştır. Japonya her iki savaşı da kazanarak 1875’te Rusya’ya verdiği Sahalin Adalarını geri almış, Formosa ve Kore’yi ele geçirmiş ve Mançurya’da bazı çıkarlar elde etmişti. 1920 yılında Japonya, Anglo-Japon Birleşmesi kararları gereğince Birinci Dünya Harbine girmişti.

1937’de Japonya-Çin Savaşı başladı. Birinci Dünya Harbinde Almanlara karşı savaşan Japonya, 1939’da Almanya ve İtalya ile askeri bir ittifak kurdu ve 7 Aralık 1941’de Hawai Adalarına baskın yaparak Amerikan donanmasını yok etti. Savaşın ilk yıllarında üstün görünen Japonlar, sonraki yıllarda ağır kayıplara uğradılar. Amerikan uçaklarının 6 Ağustos 1945’te Hiroshima ve 9 Ağustosta Nagasaki’ye attıkları atom bombaları İkinci Dünya Savaşının neticesini belli etmişti. 14 Ağustos 1945’te kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul eden Japonya ile 2 Eylül 1945’te resmi teslim anlaşması imzalandı.

Yedi yıl sonra, 1951 yılı Eylül ayında Japonya 48 devletle San Francisko’da Barış Antlaşmasını imzaladı. 1952 yılı Nisan ayında yürürlüğe giren bu anlaşma ile Japonya tekrar istiklalini kazandı. 1956 yılında ise Japonya 80. devlet olarak Birleşmiş milletlere tam üyeliğe kabul edilmiştir.

Bağımsızlığını kazandıktan sonra büyük bir ekonomik gelişme ile bugünkü refah düzeyine ulaşmış ve teknik ve bilimde çok ileri gitmiş olan Japonya, hemen hemen bütün dünya pazarlarını ele geçirmiş bir devlettir. Liberaller İkinci Dünya Savaşından bu yana iktidardadır.

1926’da tahta geçen İmparator Hirohito, 7 Ocak 1989’da öldü. Yerine büyük oğlu Prens Akihito tahta geçti ve 1990 Kasım ayında taç giydi.




FİZİKİ YAPI


Japonya, Hokkoida, Honshu, Shikoku ve Kyushu isimli dört ana adadan ve sahil çizgisi açığında yüzlerce küçük adadan ibarettir. Japonya topraklarının % 80’i dağlıktır. Ülkede halen 60 faal, 165 sönmüş yanardağ bulunmaktadır. Ülkenin en meşhur dağı 3776 m yüksekliğindeki Fuji’dir. Bu dağ zarif görünüşü ve muhteşem güzelliği ile dünyaca meşhurdur. Ülkenin dörtte biri yanardağ döküntü ve külleriyle kaplıdır. Başlıca yanardağ bölgeleri Hokkaido, Honşu’nun kuzey ve orta kesimleriyle Kiyusiyu’nun güneyidir.

Japonya’da çok miktarda akarsu bulunur. Bu akarsular uzunluğu kısa ve süratli akışa sahiptirler. Ayrıca bol miktarda krater gölleri vardır. En büyük gölü Biwa Gölüdür.

Japonya’nın topografik görüntüsü, bazan çok güzel, bazan da çok korkunç manzaralarla doludur. Karlarla beslenen dağ gölleri, kayalık boğazlar ve gürültülü nehirler, sarp dağ zirveleri ve şahane şelaleler turistleri cezbeden dünyaca meşhur yerlerdir.

City And Mountain Fuji Japan

TABİİ KAYNAKLAR



Bitki örtüsü ve hayvanlar: Japonya’nın tabii bitki örtüsü ile ormanlar, topraklarının % 70’ini teşkil etmektedir. Meşe, kafuru ve bambu ağaçlarından meydana gelen subtropikal ormanlar, güneyde yer alır. Bu kesimin kuzeyinde ise, geniş yapraklı ağaçlardan müteşekkil ormanlar vardır. Bu ormanlarda; huş, kayın, meşe, kavak ve akağaç vardır.

Japonya’da en popüler ağaç türü, Hokkaido hariç hemen hemen ülkenin her yerinde yetişen ve“sugi” veya Japon sediri denilen ağaçtır. “Hinoki” denen Japon selvisi ile “Akamutsu” denilen Japon kızılçamı Sugi’den sonra en çok yetişen ağaçların başında gelmektedir.

Madenler: Japonya maden kaynakları bakımından çok fakir olup, sanayii beslemek için gerekli madenlerin çoğuna sahip değildir. Japonya’da az miktarda kömür, kurşun, çinko, arsenik, bizmut, pirit, kükürt, kireç taşı, barit, silis taşı, feldspat, dolamit ve alçı taşı yatakları vardır. İhtiyaçlarını dışardan alır.



NÜFUS VE SOSYAL HAYAT



Japonya’nın nüfusu 123.200.000 olup, dünya sıralamasında nüfus fazlalığı yönünden yedinci sırayı alır. Yüzölçümünün az olması sebebiyle nüfus yoğunluğu çok fazladır. Halkın % 77’si şehirlerde yaşar. Şehirlerde yaşayan halkın % 58’i Tokyo, Osaho ve Nagoya’da toplanmıştır. Nüfusu milyonu aşan yedi büyük şehir vardır. Bunlardan başşehir olan Tokyo, 8.323.699 nüfusa sahiptir.



EKONOMİ



                                      




Tarım: Nüfusun büyük kısmının şehirlerde oturmasına rağmen, tarım Japonya ekonomisinin önemli bir kısmıdır. Toplam arazinin ancak % 16’sı ekilebilir. Japonya’da tarım çok modern usullerle yapılmaktadır. Yetişen ürünlerin başında pirinç gelir. Pirinç üretimi ortalama 15.000.000 tondur. Pirinçten sonra ençok buğday, arpa, darı, şekerpancarı, patates ve fasulye yetiştirilir. Ayrıca tütün, pamuk, çay ve bunun yanında büyük bir kısmını ihraç ettiği çok çeşitli meyveler de yetiştirilmektedir.





Hayvancılık: İyi mer’aların azlığı, hayvancılığın nisbeten küçük çapta kalmasına sebep olmuştur. Çiftliklerde sığır, koyun ve tavuk yetiştirilir. Bunların sayısı az olmasına rağmen, elde edilen ürün çoktur.

Ormancılık: Ormanlar Japonya’nın toplam arazisinin üçte ikisini kaplar. Bu ormanlar ülkenin temel inşaat malzemesini, kağıt üretimi için gerekli kağıt hamurunun büyük bir kısmını sağlayan başlıca kaynağı teşkil eder. Ormancılık ve kerestecilik sanayiinde çalışanların toplamı dört milyon civarındadır. Fakat son yıllarda artan talep karşısında kereste ithal etmek zorunda kalmıştır. Kereste ithali petrolden sonra ikinci sırayı almaktadır.


Balıkçılık: Japonya’nın dört tarafı denizlerle çevrili olması sebebiyle, balıkçılık gelişmiştir. Çok iyi donatılmış modern gemileriyle hemen hemen dünyanın her tarafında balık avı yapar. Yılda ortalama olarak tutulan 15 milyon ton balık, ülkede tüketilir ve çok az miktarı ihraç edilir. Balık üretimi bakımından dünyada birincidir. Fakat Japon balıkçılığı son yıllarda gerilemiştir.


Sanayi: Japonya dünyanın üçüncü sanayi ülkesidir. Sanayisi daha çok ağır sanayi üzerinde toplanmıştır. Başlıca sanayi tesisleri gemi, otomobil, elektronik ve optik cihaz, lokomotif, uçak, kimya ve her çeşit makina imal eden fabrikalardır. İş gücünün % 26’sı sanayi kesiminde çalışmaktadır. Japon sanayi kuruluşları doğudaki Kanto Ovasından Kiyusiyu’ya kadar uzanan bir kuşak üzerinde yer alır. Bu bölgede üç sanayi merkezi vardır. Bunlar Keihin bölgesi, Hanshin bölgesi ve Chukyo bölgesidir. Keihin bölgesi, Tokyo, Yokohama ve Kawasaki şehirlerini içine alır. Hanshin bölgesi Osaka, Hyogo ve Kyoto şehirlerini içine alır. Chukyo bölgesi ise Nagoyo şehri ile koyu çevresini içine alır. Savaştan sonra gelişen Japonya sanayi merkezleri, denizden kazanılmış topraklar üzerine kurulmuştur.


Ticaret: Japonya elde ettiği sanayi ürünlerinin büyük miktarını ihraç etmektedir. Ticaretin büyük bir kısmını deniz yoluyla gerçekleştiren Japonya’nın en önemli ürününü % 30’luk bir oranla makinalar meydana getirir. Bunu demir ve çelik mamülleri, pamuk ürünleri, taşıma araçları, gemi, optik cihazlar, ham ipek, cam, porselen, oyuncak, elektronik araçlar ve balık mamulleri takip eder.

İthal ettiği ürünlerin başında petrol gelir. Bunu demir cevheri, buğday takip eder. Bunların yanında ham pamuk, yün, kauçuk, ham maddeler ve kereste de ithal eder.

Dünyanın hemen hemen bütün ülkeleriyle ticaret yapar. En fazla ticareti ABD ve Kanada ile olup bunu Asya ülkeleri takip eder.

Ulaşım: Japonya’daki karayollarının toplam uzunluğu 1.098.900 kilometredir. Bu yolların ancak % 65’i asfalttır. Demiryollarının uzunluğu ise 26.000 km civarındadır. Demiryolu ulaşımı Japonya’da kara ulaşımından daha önemli rol oynamaktadır. Sür’at ve yer altı trenleri meşhurdur.

Deniz ulaşımı, ada devleti olduğu için gelişmiştir. Birçok limandan dünyanın her tarafına seferler düzenlenmektedir. Ticaretin büyük kısmı deniz ticaret filosuyla sağlanmaktadır.

Hava ulaşımı, Japonya Hava Yolları tarafından sağlanmaktadır. En önemli hava limanları olan Tokyo ve Osaka milletlerarası hava alanlarıdır. Tarifeli sefer yapılan 71 havaalanı vardır.



Turizm

Japonya turizm açısından tam gelişmemiş bir ülke olduğundan, gelişmek için sürekli çalışmalar yapmaktadır. Japonya’da 10.000’in üzerinde seyahat acentesi bulunmaktadır. Seyahat acenteleri, faaliyet alanına göre 3 gruba ayrılmakta olup izin belgelerini hükümet veya eyalet ofisinden almak zorundadırlar. 1. grup seyahat acenteleri yurt dışına paket tur; 2. grup seyahat acenteleri ise yurt içinde paket tur düzenleyebilmektedir. 3. grup seyahat acenteleri ise müşterilerin talepleri doğrultusunda organizasyon yapabilmektedirler. Aslında hali hazırdaki kayıt sistemi, Japon  turistlere yönelik turların düzenlenmesine uygun olup yurt dışındaki seyahat acentelerinden gelecek taleplerin karşılanmasına yönelik hukuki kayıt sistemi mevcut olmamaktadır. 2003 yılında uygulama merkez ofisi kurulan ve hükümet yetkilileri ile halkın el ele vererek ‘Visit Japan’ sloganıyla başlattığı Japonya’ya çağrı kampanyası ile 2010 yılına kadar bir yılda Japonya’yı ziyaret eden yabancı turist sayısının 10 milyona çıkartılması hedeflenmektedir. Bu bağlamda, geçen yıl Japonya’ya gelen yabancı turist sayısı geçmişteki en yüksek seviyeye ulaşarak 6.730.000 olmuştur. Bununla birlikte, günümüzde Japonya’da yabancıların Japonya’ya geldiklerinde zorlanmamaları için samimi bir çevre tesis edilmekte; havaalanları, istasyonlar, oteller ve otoyollardaki işaret levhalarında İngilizce bilgilere yer verilmektedir. Tokyo metrosunda istasyonlara numara verilmekte, böylece yabancılar gidecekleri istasyonu numarası ile tanıyabilmekte ve anlaşılması kolay olduğundan kullanım yaygınlaşmaktadır.  Japonya’ da dört mevsim belirgin olarak yaşandığından bunu turizm için avantajlı hale getirmektedirler. Nisan – Haziran ayıları arasında yaşanan ilkbaharda kiraz çiçekleri Japonya takımadalarını kaplamaktadır; soğuk kış günlerinin sona erdiği, bitki ve hayvanların canlanmaya başladığı hareketli bir mevsim olarak bilinmektedir. Temmuz – Eylül ayları arası yaz mevsimidir. Haziran ortalarında başlayan ve "tsuyu" adı verilen yağmurlu dönemin sona ermesiyle gerçek yaz mevsimi gelmektedir. Japonya’da yazlar nispeten sıcak ve rutubetli geçmektedir. Bu mevsimde, kuzeydeki ferah Hokkaido adasına Japon tatilciler çok rağbet etmektedir. Ayrıca güneydeki sahil beldesi Okinawa’ya gençler büyük ilgi göstermektedir. Ekim – Kasım ayları sonbahar mevsimidir. Ağaçların yaprakları kırmızıya, sarıya dönüştüğünde (kouyou) özellikle dağlardaki manzaranın seyredilmesi turistler için uygun hale getirilmiştir. Aralık – Mart ayları arası kış mevsimidir. Japonya’nın başkenti Tokyo’nun içinde olduğu Kanto bölgesinin kuzeyinde kalan yerlerde kar yağışı görülmekte ve kayak, paten gibi kış sporları yapılmaktadır. Bu mevsimde aynı zamanda kaplıcalar da çok ilgi görmektedir.


19 Mayıs 2012 Cumartesi

TÜRKİYE'DEKİ VOLKANLAR



VOLKAN NEDİR?
Magmanın yerkabuğundaki etkinliği sonucu gelişen oluşumlara verilen “volkan” adı, roma mitolojisindeki ateş tanrısı Vulcan’dan gelir. Volkan konilerinin tanrıları yenilmez kılan silahları yapan usta ve ateş tanrısı Vulcan’ın yeraltındaki atölyesinin bacaları olduğuna inanan eski Romalılar volkanik etkinlik sırasında gözlenen patlama ve etkinlikleri ise Vulcan’ın örsünden çıkan sesler ve kıvılcımlar olarak değerlendirmişlerdir.
Volkanlar yerkabuğunun altındaki mantoda yer alan magmanın ve volkanik gazların yeryüzüne ulaşğı bacalardır. Bunlar özellikle tektonik plaka sınırlarında bulunmakla birlikte, yerkabuğundaki zayıf noktalardan magmanın yüzeye doğru yükseldiği alanlarda da yer alır. Bazı volkanlar şiddetli bir şekilde püskürürken, bir bölümü ise daha yavaş bir şekilde lav ve volkanik gaz çıkışını sürdürür. Şiddetli şekilde patlayan volkanlar; zehirli gazlar, piroklastik malzemeler (boyutları çok büyük blok ile kül arasında değişen katılaşş lavlar), nuee ardantes-kızgın bulut (hızla hareket eden, aşırı derecede sıcak gaz bulutları ve ince taneli küller)ve çok büyük hacimde küller gibi yaşamı ve çevreyi tehdit edici ürünler çıkarırlar. Volkanların depremler, taşkınlar, heyelanlar ve yangınlar gibi diğer doğal afetleri tetiklemesi
de olağan ve yaygındır. Pek çok volkan, patlamadan önce küçük şiddetteki depremler, volkanik gaz çıkışı gibi değişik şekillerde belirtiler gösterir.

VOLKANLAR NASIL OLUŞUR?
Yeryuvarının yüzeyinden merkezine doğru birbirini izleyen üç bölüm yer alır. Bunlar:
Yerkabuğu, Manto ve Çekirdek’tir. Yeryüzünden 2890 km. derinlikte çekirdek yer alır. Çekirdeğin kristal halindeki demir/nikel karışımından oluştuğu düşünülmektedir. Bu kısımda sıcaklığın 4500ºC olduğu sanılmaktadır. Çekirdeğin üzerinde Manto bulunur. Manto “magma” adını verdiğimiz erimiş kayaçlardan oluşmuştur. Manto, kıvrımlı dağların oluşumu, şiddetli depremler, volkanik olaylar gibi yerkabuğunda meydana gelen büyük olayların kuvvetini ve enerjisini sağlayan bir kaynak durumundadır.
Yeryuvarının üst kısmı ise 70-100 kilometre kalınlığında katı bir kabuk ile çevrilmiştir. Bu katı kabuğa taşküre denilir. Taşküre birçok büyük parçalara (levhalara) bölünmüştür ve manto üzerinde yılda 2-5 cm. hızla hareket eder. Taşküre, daha yumuşak ve akıcı olan manto üzerinde, tıpkı su üstünde yüzen tahta parçaları gibi hareket ederler. Depremler ve volkanlar birbirine göre hareket eden levhaların sınırları boyunca meydana gelir. Levhaların
birbirlerinden uzaklaşğı ve yakınlaşğı sınırlar boyunca litosferin altındaki magma yeryüzüne ulaşır ve volkanları oluşturur.
           Magmanın yeryüzünde veya yeryüzüne yakın derinliklerdeki faaliyetine volkanizma denir. Bu sırada sıvı katı ve gaz hallerinde yeryüzüne çıkan magma değişik biçimde volkanları (yanardağları) meydana getirir.

Volkanizma sonucu yüzeye çıkan maddeler
1- Sıvı maddeler (Lavlar)
2- Katı maddeler (Piroklastik maddeler)
3- Gazlar

           Volkanın şekli ve yapısı onu oluşturan magmanın özelliğine bağlıdır. Eğer magma akışkan ise yeryüzüne sadece lavlar çıkar ve geniş alanları kaplayarak platolar oluşturur. Eğer magma kıvamlı ise yeryüzüne hem lav hem de katı maddeler çıkar. Çıkan katı maddeler volkan konilerini oluşturur. Volkanlardan katı malzeme ve lav çıkışı sırasında volkanik patlamalar meydana gelir. Volkanik patlamaların en önemli nedeni, magma içinde erimiş halde bulunan gazların magmadan ayrılmasıdır. Normal olarak, yüksek basınç altında magma içerisinde erimiş halde bulunan çeşitli gazlar basıncın azalması ile magmadan ayrılır ve büyük bir güçle yeryüzüne çıkmak ister. Basıncın azalması veya kalkması ile magma köpürür, hafifler, daha akıcı bir hal alır, daha kolay püskürme özelliği kazanır. Bu olayı bir gazoz şişesini salladıktan sonra kapağını açtığımızda gazozun fışkırmasına benzetebiliriz.
             Volkanlar 4,6 milyar yaşındaki dünyamızın meşaleleri gibidir. Volkanik patlamalar canlı yaşamının yok olmasına ve büyük ekonomik zararların oluşmasına neden olurlar. Bazen patlamanın şiddeti o kadar büyük olur ki, volkandan çıkan küller tüm atmosferi kaplayarak iklim değişikliklerine bile neden olabilir. Örneğin günümüzden 3 bin 500 yıl önce Ege Denizi'ndeki Santorini Adası'nda patlayan volkan, Girit Adası'ndaki Minos uygarlığını yok etmiş. Bu bölge yıllarca güneş ışığına hasret kalmıştır. Volkanların yararları da sayılmayacak kadar çoktur. Birçok önemli maden yatağı volkanlara bağlı olarak oluşur. Dünyanın en verimli tarım alanlarının bazıları volkanik alanlar üzerindedir. Yeryüzünde bilinen volkanların sayısı binlere ulaşmasına karşın ancak 516 kadarı tarihi çağlarda faaliyet göstermiş, bu nedenle aktif volkanlar olarak kabul edilmişlerdir. Dünya üzerindeki aktif volkanlar üç ana bölgede toplanmıştır. Volkanların en yoğun olduğu bölge Pasifik Okyanusu’nun kenarlarıdır. Volkanların aktif olduğu ikinci bölge Türkiye’nin de içinde bulunduğu Alp-Himalaya kıvrım kuşağı, üçüncü bölge ise okyanus ortalarıdır.

TÜRKİYE’DE VOLKANİK DAĞLAR
            Türkiye’de volkanik alanların oluşumu, III. Jeolojik Zaman olan Tersiyer’de yani günümüzdenyaklaşık 20 milyon yıl önce başlamıştır. Bu dönemde yerkabuğundaki kırıklardan çıkan lavlar Anadolu’da farklı yer şekilleri oluşturmuştur. Tersiyer başlarından tarihi çağlara kadar belirli aralıklarla devam eden volkanizma sonucu milyonlarca metreküp volkanik malzeme yüzeye yayılmış ve başta Doğu Anadolu’da olmak üzere yer yer 1000 metreden daha kalın volkanik bir kabuk eklenmiştir. Doğu Anadolu’nun yüksek olmasının bir nedeni de kalın volkanik örtünün varlığıdır. Bu dönemde oluşan volkanik dağlar o kadar yüksektir ki, bunlar ülkemizin en yüksek dağlarını oluşturmaktadır. Tarihi zamanlara ulaşan volkanik etkinlikler ise Erciyes ve Nemrut volkanında gerçekleşmiştir. Ancak günümüzde Türkiye’de aktif volkan bulunmamaktadır. Bilim adamları, yanardağları 'tamamen sönmüş' kabul etmenin son derece yanlış olduğu, Türkiye için az da olsa halen risk bulunduğu fikrindedir. Bazı yanardağlarda (Erciyes, Hasan dağı, Büyük ve Küçük Ağrı dağları, Tendürek, Nemrut, Süphan dağları vb.) halen gaz ve buhar çıkışları gözlenmektedir. Türkiye’deki volkanik alanları bölgeler göre ele alırsak;

A. EGE BÖLGESİ VOLKANLARI
           Ege Bölge’sinde Biga dağları, Dumanlıdağ, Yunt dağı volkaniktir. Ülkemizdeki en genç volkanlar ise Manisa'nın Kula İlçesi yakınlarındaki Kula Volkanları'dır. Bu özelliği nedeniyle bu yöreye Yanık Ülke (Katakaumene) denilmektedir. Bu volkanik arazide, volkanik küller içinde bulunan insanlara ait ayak izleri ise dünyada sadece birkaç bölgede vardır. Bu izler, volkan patlamalar sırasında bölgede insanların yaşadığının en belirgin kanıtıdır.
.
B. İÇ ANADOLU BÖLGESİ VOLKANLARI
          Ülkemizde genç volkanik alanların çok yaygın ve çeşitli volkanik şekiller yönünden zengin olan bölgemiz İç Anadolu’nun güney ve güneydoğusudur. 60 milyon yıl önce 3. Jeolojik Zaman’da Toros dağlarının yükselmesi sırasında bu alanda yanardağlar faaliyete geçmiştir. Bu alanda Erciyes (3917 m.), Melendiz (1898 m.), Hasandağı (3268 m) yer alır. Bunlardan Erciyes’in yüksek kısımları her mevsim karla kaplıdır ve kuzeyinde bir kilometre uzunluğunda dağ buzulu vardırErciyes, Hasandağı ve ikisinin arasında kalan Göllüdağ’ın, bölgeye püskürttüğü lavlar ve volkanik küller, o dönemde bölgede yer alan göllerde birikerek yumuşak bir taş olan tüf’leri oluşturmuştur. Tüf tabakasının üzeri yer yer sert bazalttan oluşan ince bir lav tabakasıyla örtülmüştür. Zamanla bazalt çatlayıp parçalara ayrılmış ve yağmurlar çatlaklardan sızıp yumuşak tüfü aşındırmaya başlamıştır. Yumuşak bir taş olan tüflerin milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgâr tarafından aşındırılmasıyla sert bazalt kayasından şapkaları bulunan koniler oluşmuştur. Bu değişik ve ilginç biçimli kayalara halk arasında "Peri bacası” denilmektedir. Günümüzde Türkiye’nin en turistik yerlerinden bir olan bu bölge Kapadokya (Pers dilinde “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelir) olarak bilinmektedir.
            Volkanik gazların oluşturduğu patlama sırasında yerde büyük bir çukurluk oluşur ve havaya fırlayan maddeler patlama kuyusunun çevresinde alçak bir halka oluşturursa bu şekle “Maar” denilir. İç Anadolu’da Karapınar yakınlarındaki Acıgöl ve Meke tuzlası tipik maar
oluşumlarıdır. Acıgöl yaklaşık 1,5 km çapa sahiptir ve içinde bir göl barındırır. Meke Tuzlası’da bulunan gölde, maar oluşumundan sonra gelişmiş küçük bir volkan konisi yer alır.

C. DOĞU ANADOLU VOLKANLARI
         Türkiye’de volkanik alanların geniş bir yer kapladığı diğer bir bölgemiz Doğu Anadolu’dur. Doğu Anadolu’da volkanik platoların üzerinde yükselen dağlar, ülkemizin en yüksek dağları arasında girmektedir. Bunlardan Büyük Ağve onun güneydoğusundaki Küçük Ağdağları 130 km çapında ortak bir tabana sahip olmakla birlikte iki ayrı dağdır. Bu büyük kütle 3000 m.den itibaren iki ayrı koniye ayrılır. Büyük Ağrı 5165 m. Küçük Ağrı 3925 m. yüksekliğe sahiptir. Dağın yükseltisi daimi kar sınırını geçtiği için 4000 m. den itibaren buzullar görülür. Volkanlar lav, volkanik breş ve tüflerden oluşur.
         Bir inanışa göre, Büyük ağrı dağı Nuh'un gemisinin karaya oturduğu dağdır. Nuh tufanı sonucunda karaya oturan geminin burada kaldığı öne sürülmektedir. 1983 yılından itibaren kutsal geminin kalıntılarını burada arama çalışmaları hızlanmıştır. Günümüzde burası açık hava müzesi olarak koruma altına alınmıştır. Aslında bu, gemi biçiminde bir şekil, iz (siluet) dir. İlk bakışta gerçekten gemiye benzeyen bu yapının heyelanın etkisiyle mi, yoksa Nuh’ un gemisinin karaya oturduğu yer mi olduğu henüz tartışma konusudur. Bu şekil yer kabuğunun bir oyunu sonucunda oluşsa dahi, şekil yer bilimleri açısından da ilginçtir.
         Ağrı’nın güneydoğusunda yer alan Tendürek faaliyeti en yakın tarihte sona eren volkanlardan
biridir. Dağ sıcak su ve gazlar püskürtme evresindedir. Nemrut Dağı, Doğu Anadolu Bölgesi’nde Van Gölü’nün batısında yer alan bir volkandır. Yükseltisi 2935 m. olan Nemrut volkanın zirvesinde çapı 6 km.yi bulan ve dik yamaçlar ile çevrili daire şekilli bir kaldera bulunur. Kalderanın batısında bir göl yer alır. Jeolojik kayıtlara göre Nemrut Volkanından son lav çıkışları 1441, 1597 ve 1692 yıllarında yaşanmıştır. 1441 yılında, halk arasında “Kantaşı Mevkii” olarak adlandırılan yerde, aktivite sonucu lav akıntıları yaklaşık 10 km2'lik bir alanda etkili olmuştur. Günümüzde Nemrut volkanından sıcak gazlar
çıkmaktadır.
          Jeologlar Türkiye'nin faaliyete geçebilecek en 'riskli' yanardağı olarak, Bitlis sınırlarında yer alan Nemrut Dağı’nı göstermektedirler. İstanbul Teknik Üniversitesi' den Prof. Dr. Işık Özpeker, bu yanardağın 564 yıldır faaliyete geçmediğini ancak volkanın takip edilmesi gerektiğini, Nemrut dağında oluşabilecek bir volkanik patlamanın bölgede önemli düzeyde tehlike yaratması söz konusu olabileceğini ifade etmektedir.
          Sönmüş bir volkan olan Süphan dağı, Anadolu'nun Büyük Ağrı ve Cilo dağından sonra üçüncü yüksek dağıdır. Van Göl’nün kuzeyinde yer alan Süphan dağını en yüksek zirvesi 4058 m.dir ve zirve bir örtü buzulu ile kaplıdır. Bu dağdan çıkan lavlar Van Gölü’ne kadar akmıştır.
          Ülkemizin aktif sayılacak diğer bir volkanı Ağrı sınırları içinde bulunan Tendürek volkanıdır. Dağın doğusunda bulunan ve çapı yaklaşık 500 metre olan kraterden sıcak su buharları ve hidrojen sülfür gazları çıkar. Bu gazlar kraterin kenarlarında, sarı renkli bir mineral olan kükürt oluşumunu sağlar. Volkandan püsküren sıcak su buharlarının sıcaklığı yaklaşık 60ºC civarındadır.

D. AKDENİZ BÖLGESİ VOLKANLARI
           Ülkemizdeki genç volkanların bir bölümü Antakya-Maraş çevresinde (Ceyhan-Hassa) yer alır. Üç tepe volkan konisinden çıkan akıcı lavlar ovanın eğimine doğru akarak süngerimsi, üzerinde yürünmesi çok güç bir örtü oluşturmuştur. Halk arasında bu lav akıntılarına “leçe” denilmektedir.

E. GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ VOLKANLARI
          Bu bölgemizde Diyarbakır’ın kuzeyinde yer alan Karacadağ çok akıcı lavların üst üste
ğılması oluşmuş basık görünümlü bir volkandır.

SONUÇ
      Erimiş durumda bulunan magmanın yeryüzünde soğuyarak katılaşması sonucu volkanlar oluşurlar. Volkanlar, yerkabuğun zayıf direnç gösterdiği kırıklar, okyanus ortası sırtları, levhalar arasındaki sınırlar, genç orojenik kuşaklar boyunca oluşur. Patlayan bir volkanın etrafa sıcak erimiş kayalar püskürtmesi dünyanın en korkunç görüntülerinden biridir. Aktif durumdaki volkanlar insan yaşamı için tehdit oluşturmasına rağmen dünyamız için sayılamayacak ölçüde yararları da bulunmaktadır. Her şeyden önce magmanın yeryüzünde katılaşması ile oluşan magmatik kayaçlar bütün kayaların kökenini oluşturur. Ayrıca magmatik kayaçların ayrışması ile oluşan topraklar dünyanın en verimli topraklarıdır. Volkanlardan çıkan su buharı, metan ve karbondioksit gibi gazlar ise gezegenimizin ilk atmosferini oluşturmuştur.
          Dünyanın bazı bölgelerinde yanardağlar etkinlikleri ve depremlerle daha sık rastlanır.
Türkiye’de volkanik dağlar ve şekiller bakımından dünyanın en zengin bölgelerinden biridir.
Ancak ülkemizde aktif bir volkan yoktur. Yaptığımız yanardağ deneyinde fışkırma bizi ürküttü ve düşündürdü. Dileriz ülkemizdeki sönmüş yanardağlar hiçbir zaman aktif duruma geçmez.

Kaynakça

Atalay, İ. (1987) Türkiye Jeomorfolojisine Giriş. E.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları No: 9, İzmir.
Sür, Ö. (1972) Türkiye’nin Özellikle İç Anadolu’nun Genç Volkanik Alanlarının Jeomorfolojisi A. Ü.
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları No: 223, Ankara.
Yiğitbaşoğlu, H. (2000) Volkanlar Bilim Yayıncılık, Ankara.
1000 Soru Bin Cevap, (2002) Milliyet Kitaplığı, Doğan Yayıncılık, İstanbul
Watt F.(1999) Depremler ve Yanardağlar (Çeviren:Deniz Yurtören), Ankara
Ottenheimer L. (2005) Dağlar (Çeviren: Nedim Kula ), Tübitak Yayıncılık, Ankara